Bütün ülkeler halkı için işsizlik oranlarını düşürmeye çalışırlar. Biraz düştüğünde ise büyük bir başarıymış gibi de hemen deklare ederler çünkü devlet için bu somut veridir. Doğrudur, işsizlik tüm ülkelerin en büyük sorunlarından biri de hiç mi hırsızın kabahati yok. Yani acaba yeterince kalifiye eleman var mı? Ya da oluşturulmak için neler yapılıyor?
Bu konuyla ilgili parekende sektöründeki bir durumu nöromarketing mantığıyla sizlerle paylaşmak istiyorum.
Parakende sektörü oldukça büyük ve hareketli bir sektördür. Bu sektörde çalışanların fazla uzun süre çalış-a-madığı malumunuz. Buradaki en büyük sorun aslında kalifiye tanımına tam olarak uyamamak. Yoksa bu sektörde çok iyi olan çalışanların sayısı az değil. Ama bildiğimiz durum Türkiye’de bulunan kalifiye çalışanların sektörün büyüklüğüne göre ihtiyacı karşılamadığı.
Müşterilerin alışveriş yaparlarken yaşadıkları sorunların başında kalifiye bir satış temsilcisiyle karşı karşıya kalamamak yatar. Çünkü müşteri çoğu zaman tam ne alacağını bile bilemeyebilir. Kalifiye bir satış temsilcisi yaptığı doğru bir çalışmayla (nöromarketing bazlı) müşterisini yönlendirebilir ve satışı gerçekleştirebilir.
Kalifiye olan ve olmayan (öyle zannettiğim) bir olay yaşadım, hem de ucuzluk zamanında potansiyel alıcıyken.
Bildiğiniz gibi her sene yapılan mevsim sonu ucuzlukları iştahı kabartacak kadar cazip olup insanları alışverişe sevkeder. E tabi beni de alışverişe sevk etti.
New Balance mağazasında bir ayakkabı beğendim. Ne yazık ki aradığım numara yoktu. Mağaza çalışanları küçük bir araştırma yaparak istediğim numaranın hangi mağazada olduğunu buldular ve hemen aradılar. Fakat o mağaza ne yazık ki telefonlarını açmıyorlardı. Her telefon numarasını aradılar ama yine de cevap veren olmadı (arayan satış temsilcisi şirketin kural olarak telefonlara mutlak cevap verilmesi gibi zorunluluk getirdiğini de belirtti).
İki satış temsilcisi benimle ilgilenerek iki ayrı numaradan aynı anda aradılar. Sonunda karşı mağaza açtı. Fakat arayan satış temsilci arkadaşın yüzü bir anda değişti (bana çaktırmamaya çalışarak) ve izah etmeye başladı. Neyse ürünün gönderileceği teyidi alındı ama arayan arkadaşın yüzü beyazlaştı. Ben de ne olduğunu sorduğumda, satış temsilci arkadaş sıkılarak ‘bir daha böyle sık sık aramamaları’ için sert konuşduğunu söyledi.
Bu durum ben de iki kavramı yeniden hatırlamamı sağladı. Bildiğiniz gibi Nöromarketing ile ikna olmanın yöntemlerini sizlerle paylaşıyorum. Eski beyinin ikna olmasında altı uyarana hassas olduğunu daha önceki yazılarımda belirtmiştim.
Bu mağazada yaşadığım bu olay benim için ”somut veriydi”. Çünkü benim gittiğim mağazada bulunan satış temsilcilerin benim için yaptıkları ”somut veri”, karşı mağazanın yaptığı da benim için ”somut veri”. Burada aynı markanın zıtlık kavramı da sürece dahil oluyor. Ne yapılıyor, ne yapılmaması gerekli ya da aynı markanın hangi mağazasından alınır hangi mağazasından alınmaz.
İşte burada karar vermede ”duygular” devreye giriyor. Bana yapılan hareketler bütünün hangi duyguyu yarattığı ve bu duygunun bana hissettirdikleri karar vermemi kolaylaştırıyor.
Duygularım bana eğer New Balance ayakkabı alacaksam önceliğimin bana iyi hizmet eden İstinye Park’taki mağazasına gitmeme yönlendiriyor. Çünkü bu yaşadığım olay benim için net bir ”somut veri” ve duygularla yoğunlaştırılmış bir durum.
Yaşadığım bu olay nöromarketing ikna modelini her sektörde her şekilde nasıl kullanabileceğine de iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum.
BU ARADA MEVSİM SONU UCUZLUKLARI BİTMEDEN YETİŞİN DERİM.
Sevgiyle kalın
Ali Özel
[hr] Kaynak: http://www.salesbrain.com